Pazar, Aralık 23

Nar Ağacı - Nazan Bekiroğlu

Timaş Yayınları'ndan çıkan Nar Ağacı kitabıyla ilk tanışmam sosyal medya sayesinde gerçekleşti. Kitaptan paylaşılan cümlelerin duygu yoğunluğu, o işlenmiş kelimeler, okuyucuların düşünceleri... Ekrandan nehir gibi akıyordu desem "Amma da abarttın!" dersiniz ama durumu betimleyecek cümle budur, birikmiş duygular seli sarıyordu dört bir yanı.

Meraktan çatlayarak fuardan aldığım kitap bir süre üşengeçliğimi yenmemi bekledi. "Merak etsen eline alır okurdun, demek ki yeterli değilmiş." diye ahkam kesilmesin hemen, üşengeçlik bu. Bazen en temel hayati işlemleri gerçekleştirmek için bile insanın içindeki üşengeçliği yenebilmesi gerekir ve bu tıpkı yel değirmenleriyle her gün savaşmaya benzer.

Kitaba dönecek olursam: Allah'ım bu nasıl bir kitaptır?! Şimdiki zaman ile geçmiş arasında zıplayıp duruyoruz okurken ama bu zıplamalar okuyucunun canını acıtmıyor. Yağ gibi kayıyor sayfalar, nefes gibi içinize çekiyorsunuz.
Yazarın büyükbabasının geçmişini araştırmasıyla çekiliyorsunuz hikayenin içine. Bir doğu masalı gibi başlıyor kitap, baharat kokularını içinize çekerek aynı pazarlarda geziyorsunuz. Aynı sıcağı içinize çekiyor, namahremlerle gözgöze gelmemek için yerdeki toz toprağa dikiyorsunuz gözünüzü. Hiç durulmayan bir yolculuktasınız. Çevrede konuşulan diller değişiyor, insanlar değişiyor, hikayeler değişiyor, zaman değişiyor. Bir bakıyorsunuz Trabzon'da denize dikmişsiniz gözlerinizi, geleceğin babaannesi o zamanın tazesi Zehra Hanım'la birlikte o özel mavi rengi arıyorsunuz. Bir bakıyorsunuz Settarhan'ın halı atölyesinde elleriniz nadide, lacivert bir parçanın ilmekleri üzerinde geziyor.
Olaylar birbirini kovalıyor. Balkan Harbi, işgal altında bir millet, Rus İhtilali...
Değişen sadece mekan-zaman-insanlar değil. Duygular da değişiyor. Kitabın tüm sayfalarına sinmiş bir aşk kokusu var. Yapış yapış aşk romanı hissiyatından kesinlikle söz etmiyorum burada. Şekilden şekile giriyor aşk bu kitapta. Beşeri aşk, vatan aşkı, evlat aşkı, Allah aşkı...Bütün o duygularla kalbiniz sancıyor, kanınız damarlarınızda kah deli akıyor kah bütün dolaşım tamamen duruyor. Settarhan'ın firuze yüzüğü parmağımızda takılı olsa mavinin kaç tonuna bürünürdü kimbilir...
Kitabın karakterleri hissettikleri, konuştukları kadar düşünüyorlar da. Sizleri de düşünmeye sevkediyorlar bir bakıma. Savaşı düşünüyorsunuz. Hayattaki sorumlulukları... Hayatın dönemeçlerinde karşılaştığımız ve bizi bir karar almak durumunda bırakan olayları...
Apayrı hikayelerin birbirinden farklı karakterleri tek bir noktada birleşiveriyor. Kalbi besleyen damarlar gibi ipince sarıveriyorlar merkezi. 

Kitabı okurken hayatı unutacaksınız. Akıcı olan bütün kitaplarda yaşanan bir durumdur bu, güzeldir. Ama Nar Ağacı sadece hayattan kopartmakla kalmıyor, bütün hayati sisteminizi eline geçiriyor. Kalbiniz duygulardan ağzına kadar dolmuş ve her bir atışı okuduğunuz satırlara bağımlı, hayaliniz tamamen ayrı bir dünyada sarhoş gibi geziniyor. Bütün duyularınız toptan esir alınıyor. Teniniz halılara değiyor, güneş altında kavruluyor. Mis gibi demlenmiş, yarin dudağı gibi kıpkırmızı çay doluyor bardaklara. Sevgiyle, aşkla bakan gözleri görüyorsunuz, her bir kirpik tig kesilip yüreğinizi yarıveriyor odacıklara.

Hüngür hüngür ağlama isteği uyandırıyor aynı zamanda. Ortamınız müsaitse bağıra bağıra ağlamanız gerek, yoksa uzun bir süre boğazınıza demir atmış koca bir yumrukla oturuyorsunuz. Savaş, muhacirlik gibi kendiliğinden duygu yoğunluğu yüksek konuların etkisi bir yana, anlatılan o saf ve güzel sevgiler, aşık olma duygusunun sindiği o sayfalar gözleri doldurmaya yeter de artar bile.

Ah mine'l aşk... 

Kendine ait bir internet sitesi bile var kitabın; bazı kelimelerin anlamlarına, çıkarılmış bölümlere ve daha nicesine buradan ulaşabilirsiniz.: http://www.naragaci.com/