Cuma, Ocak 27

Büyülü Gerçekçilik !..

Gabriel Garcia Marquez deyince herkesin aklına ilk gelen Yüzyıllık Yalnızlık kitabı olur heralde. 1982 Nobel Edebiyat ödüllü yazarın belkide en iyi kitabı. Ne yalan söyleyeyim hayatımda çok ender kitabı okumadan yarım bırakmışımdır ve yüzyıllık yalnızlık da onlardan biriydi. Tabi bu benim ayıbım.

Evet yüzyıllık yalnızlığı okumamış olabilirim ama Kolera Günlerinde Aşk kitabını okudum ve pek de bana uymadığını söyleyebilirim. Kitabın arka kapağında yazan "Büyülü gerçekçilik akımı öncüsünün büyük ustalığını sergilediği kitap" cümlesi bile ilk anda ki etkisini yerle bir etti bende.

Kendini topluma kanıtlamaya çalışan bir kadın, bu kadına aşık ve neredeyse 50 yıl ona ulaşamayan  bir erkek ve saygın kentsoylu bir doktor. Yaptıkları seçimlerle pişman mı yoksa mutlular mı pek anlaşılmasa da sürekli iç hesaplaşma ve keşkeleri okuyoruz bütün hikayede. Belki de bu kadar aşk acısı biraz fazla geliyor, tabi yazarın uzun uzun betimlemeleri de.

Kolera Günlerinde Aşk ayrıca yazarın holywood da filmi yapılmış ilk uyarlaması olarak da karşımıza çıkıyor. Filmin yapımcısı Scott Steindorff  kitabın film haklarını alabilmek için yazarın peşinden 3 yıl koşmuş ve sonunda ikna etmiş. Ancak film hayal kırıklığı yaratmış ki bir çok eleştirmen filmi seyretmek yerine romanı tekrar okuyun önerisinde bulunmuş.




Ama yinede Marquez'in yaşam için 13 ifadesi (kitaplarından alıntılar) gerçekten çok güzel.

1. Seni sen olduğun için değil, senin yanında olduğum zaman, ben olduğum için seviyorum.
2. Hiç kimse senin gözyaşlarını haketmez, ve onu hakeden seni asla ağlatmayacak olandır.
3. Birinin seni senin istediğin gibi sevmemesi onun seni tüm varlığıyla sevmediği anlamına gelmez.
4. Gerçek dost, elini tuttuğunda kalbine de dokunandır.
5. Birini özlemenin en kötü yolu, yanyana oturduğun halde onu hiçbir zaman elde edemeyeceğini bilmendir.
6. Üzüntülü olduğun zamnlarda bile gülümsemeyi asla bırakma, biri gülümsemene aşık olabilir.
7. Bu dünyada bir insan olabilirsin ama birisi için bir dünya olabilirsin.

8. Zamanını seninle geçirmekle ilgilenmeyen biriyle zamanını harcama.
9. Belki de Allah doğru kişi ile karşılaşmadan önce yanlış insanlarla karşılaşmamızı istemiştir, böyle olunca minnettar olacağızdır.
10. Bir sona geldiğin için ağlama, Onu yaşadığın için gülümse.
11. Seni kıracak insanlar her zaman olacaktır, öyleyse güvenmeye ihtiyacın var, sadece dikkatli ol.
12. Daha iyi bir insan ol ve yeni bir insanla karşılaşmadan o kişinin de senin kim olduğunu bildiğini ümit etmeden önce kendinin kim olduğunu bildiğinden emin ol.
13. Çok fazla uğraşma, en iyi şeyler ummadığın zamanlarda olur.

Pazar, Ocak 22

Kötünün Zaferi !

“Adil olanın peşinden gidilmesi doğrudur en güçlünün peşinden gidilmesi ise kaçınılmazdır. Gücü olmayan adalet acizdir, Adaleti olmayan güç ise zalim. Gücü olmayan adalete mutlaka bir karşı çıkan olur, çünkü kötü insanlar her zaman vardır. Adaleti olamayan güç ise töhmet altında kalır. Demek ki adalet ile gücü bir araya getirmek gerek, bunu yapabilmek için de adil olanın güçlü, güçlü olanın ise adil olması gerekir.
Adalet tartışmaya açıktır. Güç ise ilk bakışta tartışılmaz biçimde anlaşılır. Bu nedenle gücü adalete veremedik, çünkü güç adalete karşı çıkıp, kendisinin adil olduğunu söylemişti. Haklı olanı güçlü kılamadığımız için de güçlü olanı haklı kıldık.” 
Eric Auerbach (Kötünün Zaferi - Pascal Üzerine Deneme)
Zülfü Livaneli 'nin  Serenad adlı son romanını okurken beni en çok etkileyen bölümlerden birisiydi. İktidarların neden oldukları acıları anlatan bir kitaba yakışan bir eleştri belkide.
Alman asıllı hukuk profesörü Maximillian Wagner'in İstanbul Üniversitesine konuk olarak gelmesiyle başlıyor hikaye. Profesörü ağırlıyan ve onunla arkadaş olan Maya Duran'ın hayatında ki gizleri okuyoruz.
3 farklı kadın. İktidar savaşlarında yaşanan 3 farklı trajedi. Ve ilginç bir şekilde bu olaylar Maya'nın hayatında kesişiyor (!).
Bir yandan çoğumuzun bilmediği Mavi Alay olarak tarihe geçen zorunlu ve ölümcül bir yolculukla Maya'nın annanesini, diğer yandan Yahudi soykırımından kaçan babanesini tanımaya çalışıyoruz Maya ile birlikte. Tabi bunların yanında profesörün 60 yıl süren aşkı ve Struma adlı geminin hikayesi aslında romanın belkemiğini oluşturuyor.
Kitabı okurken aslında bu olayların yanı sıra çok farklı konular da ilginizi çekebiliyor. Örneğin 1940 larda Nazi Almanyasından kaçan bir çok bilim adamı ve Türkiye'deki çalışmaları (ki bir çok fakültenin ya da bölümlerin temellerini atıyorlar. Özellikle İstanbul Üniversitesinde) hakkında çok kapsamlı olmasa da bilgiler edinmemizi sağlıyor. Örneğin Eric Auerbach en önemli kitabı olan Mimesis i ve çok sayıda ki makalesini İstanbul'da kaldığı 11 yıl içinde yazmış. Ayrıca tıpkı Auerbach gibi yine uzun bir dönem İstanbul da kalan Martin Vialon Auerbach ın bir çok makalesini ve yazılarını derleyip bir kitap ortaya çıkarmış; Yabanın tuzlu ekmeği (Metis Yayınları/Edebiyat Dışı). Kitabın ismi ise İlahi Komedya’nın Cennet bölümünün on yedinci kantosunda, Yahudilerin Babil sürgünü sırasında yediği tuzlu ekmeğe gönderme yapan 58-61 nolu dizelerden:
            “Başkasının ekmeğinin ne denli tuzlu,
            başkasının merdiveninden çıkmanın
            ne denli zor olduğunu göreceksin.”

 Aslında kitabı okurken biraz garipsiyorsunuz. Sonuçta tarihteki önemli olaylardan üç tanesi birden aynı kadının hayatında bir şekilde kesişiyor. Bu da biraz fazla geliyor tabi okuyucuya. Öte yandan tabi ki Zülfü Livaneli her kitabında olduğu gibi sürükleyici dilinden ve konulara bakış açısındaki ustalığından ödün vermemiş. Tabi aralarda aşırı bilgiye maruz kalıp koptuğunuz yerler olabiliyor ama kitap sizi hemen içine geri almayı başarıyor.


Cumartesi, Ocak 21

Yüzleri Arayan Adam - Ilgın Olut

Neva isimli romanını kitap fuarından almıştım. Kapağı mı dikkatimi çekmişti yoksa internetten okuduğum o hevesli yorumlar mıydı beni ona çeken, hatırlamıyorum şu an. Kitaba dair aklımda kalan en baskın ve hoşuma giden şey: Yazarın samimi anlatımıydı.
Pek çok kişinin de aklında o kitaptan birşeyler kalmış olmalı ki, "Yüzleri Arayan Adam" kitabının kapağında da bu etki reklama katkı olsun diye kullanılmış: "Neva'nın yazarı Ilgın Olut'tan - Yüzleri Arayan Adam"

Kitabın arka kapağından:

"...  Bir üniversite hastanesinin psikiyatri servisi... Çevresiyle ilişkisini bir anda kesen başarılı bir genç doktorun, Efe'nin yaşamındaki giz... Zamanda kaybolan bir kadın yüzü ve onun peşindeki stajyer doktor Burçak... Ve diğerleri, Çiğdem, Koray, Berna... Nefes kesici bir hikaye. Etkisinden kurtulamayacaksınız..."

"Ilgın Olut, 1969 yılında İzmir'de doğdu. Bornova Anadolu Lisesi'nden mezun oldu. Cerrahpaşa İngilizce Tıp Fakültesi'ni bitirdikten sonra Hacettepe Üniversitesi'nde enfeksiyon hastalıkları dalında ihtisas yaptı. İlk romanı Neva büyük ilgi gördü ve 2000 yılında Dünya Aktüel Ödülleri En Çok Satan Roman Ödülü'nü aldı. Bir süre UNESCO adına Güney Afrika Cumhuriyeti'nde çalıştı. Yazarın Neva ve Küf Kedisi adlı romanları Doğan Kitap tarafından yayınlandı."

Yüzleri Arayan Adam - Ilgın Olut - Doğan Kitap (ISBN 978-605-111-061-5)

Yazarın samimiyeti anlatım gücünden ileri geliyor. Psikiyatri servisinde yatan Efe'nin etrafında dönüyor roman. Efe'nin eski hayatına dönüyoruz, onu bu zamana getiren sebepleri araştırmaya çalışıyoruz şimdiki zamanın doktorları ile birlikte. Kantinde bir sandalye çekip yanlarına oturabilecek kadar sıcak, rahat bir dostluk hissi kaplıyor okurken. Aşka dair kısımlarda da aynı tanıdıklık mevcut, aynı kalp çarpıntılarını biz de yaşamadık mı?

Yazarın notu ile başlıyor kitap. "Kitap üzerinde lütfen fazla tartışma ve her şeyi olduğu gibi, vakarla kabullen." demesine karşın, aklıma takılanlar olmadı değil. Yazarın iki kitabında da kadın karakterlere karşı aynı bakış açısını yakalıyorum ve bu bende büyük bir rahatsızlık hissi uyandırıyor. Saf, temiz, melek görüntüsüne sahip, saflıkları yüzünden büyük hatalar yapmış ve bu sebeple kirlere bulanmış olan, gerçek aşkı arayan iyi çocukların midesini bulandıran orospular. Haksızlık mı ediyorum? Yazarın kadınlarla ilişkisinde çok büyük bir çarpıklık mı mevcut? Sanırım bu önyargımı kendi çapımda pekiştirmek için diğer bir kitabı olan "Küf Kedisi"ni de okumam gerek.

Yazılan cümlelerin yarattığı etki samimiyetten kaynaklanıyor aslında. Yazar samimi. Türk erkeği yapı olarak böyle. İlk okuyuşta "Nasıl o kıza orospu diye bağırabilir, Allah kahretsin pis herif!" diye kızarken, biraz daha düşündükten sonra hak veriyorum. Geri kafalı bir okuyucu oluşumdan mı?
Erkek arkadaşınıza/kocanıza değen başka elleri-dudakları kesmek, parçalamak; onların değdiği tenin her bir metrekaresini yüksek derişimli asite basarak temizlemek gelmez mi sizin de içinizden? Benim gelir. O halde ne hakla yazara kızabilirim? Başka ellerin dokunduğunu bilerek insan midesi bulanmadan devam edebilir mi? Kızılması gereken tek nokta: Toplumun kadınları pis olanları kabullenmeye zorlaması. Kir, cinsiyeti olan birşey değil.

Kadınların neden aldatmadığına, onları neyin durdurduğuna dair soruyu karakterlerden Çiğdem çok güzel cevaplamış:
"Ahlak. İşte bu Efe. Daha az cinsellik hissetmeleri falan değil."

Samimiyet ve tanıdık duygular üzerine kurulu bir öğleden sonra geçirmek için uygun, 257 sayfalık bir roman "Yüzleri Arayan Adam".








Cuma, Ocak 20

İnsan Özgür İradesiyle Kaderini Seçebilir mi ?

"Tüm hayvanların en zekisi, iyiliğin ne demek olduğunu bilen insanoğluna bir baskı yöntemi uygulayarak onu otomatik işleyen bir makine haline getirenlere kılıç kadar keskin olan kalemimle saldırmaktan başka hiçbir şey yapamıyorum.."

Böyle diyor Anthony Burgess Otomatik Portakal kitabında. Sonra da sorguluyor ne kadar özgür ya da baskı altında olmalıyız, sonuçları nasıl olur diye. Bu sorgulamayla birlikte de 1960 yıllardan bize kült bir kitap kalıyor.

Alex ve çete kardeşlerinin (ki hikayenin anti-kahramanı Alex) şiddet, madde bağımlılığı, seks gibi yaşamlarındaki bütün "kötü" olayları yalın bir şekilde okuyoruz. Okurken 15 yaşındaki bu gençlerin bu kadar şiddet dolu olmasını  sorgulamak da bize kalıyor. Sonra da kendimizi sorguluyoruz "Acaba biz de bu şekilde şiddet dolu olurmuyduk üzerimizde ki bu baskı olmasaydı ?" diye.





İngiliz romancı, besteci, eleştirmen Anthony Burgess'a 1959 yılında tedavi edilemez bir beyin tümorü tanısı konmuş ve bir yıldan az ömür biçilmiş. Burgess öfkeyle masaya oturup 12 ay içinde 5 kitap yazdıktan sonra teşhisin yanlış olduğu anlaşılmış. Artık tanınan bir yazar olmuştu.50 den fazla kitabı olan Burgess' ın en tanınan romanı Otomatik Portakal, 1971 yılında da Stanley Kubrick tarafından sinemaya uyarlanmış ve tarihin en iyi roman-film uyarlamalarından biri olmuştur.



Biraz iç karartıcı bir kitap aslında. Hatta bazen gözleriniz faltaşı gibi açılıyor sadece 15 yaşında diye ama kitap sizi sonuna kadar götürüyor bir şekilde. Eğer benim gibi film uyarlamasındansa kitap tercih edenlerdenseniz önce kitabını okuyun derim ama baştan bir uyarıda da bulunayım. yazarın dili normal alıştığımız edebi dillerden çok farklı. Zaten bütün hikayeyi Alex'in ağzından okuyorsunuz.

Kitabın sonunda ben karar verememiştim hangisi daha iyi diye. Belki siz bir karar verirsiniz..