Çarşamba, Ocak 29

!f İstanbul 2014: Acımadı ki!


Bu sene 13.'sü düzenlenen !f Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali'nin programı açıklandı. Her yıl olduğu gibi bu senede ondan fazla bölüm ile dopdolu bir program var. Sadece film değil, mini bir müzik festivali, atölye çalışmaları, küçük müdahaleler: Aşk ve Başka Bi'Dünya etkinlikleri ve liste böyle uzayıp gidiyor. Geziyi de unutmamış tabi ki. İyisi mi ajandalarınızda 13-23 Şubat için boş sayfalar bırakın ve kendinize dopdolu bir program yapın. Bu arada biletler 3 Şubat'tan itibaren satışta.

Ayrıntılı programa resmi sitesinden ulaşabilirsiniz.

Eğlenerek kaybettiğin vakit, kaybedilmiş değildir demiş John Lennon. !f müzik bölümünün teması bu olunca bana da iyi eğlenceler demek düşüyor.


Cumartesi, Ocak 25

Size Pandispanya Yaptım; Bir Fincan Ihlamur Alır mısınız ?


....Anlayacağın, mesele öyle göründüğü gibi basit değil, yemek tarifleri verme işi değil. Bak, mesela şu pandispanya.. Anlamını düşündün mü ? Çok kolay. İspanyol ekmeği... Neden şimdi bu ad? Ne olmuş da ekmek böyle kek haline gelmiş? Yoksa başından beri hep böyle miymiş? En mühimi bu ad neden korunmuş? Göç yolları mı?...

Şimdilerde olmuyor ama küçükken özel bayram sofralarımız olurdu. Sofraların etrafında en yirmi otuz kişi, bağıra çağıra konuşur sohbet eder, bir yandan da o muhteşem yemekleri yerdik. Kendi adıma, bizim ailede bu sofralar, kahvaltıyla başlardı. Babaannemde önce sabah kocaman bir kahvaltı sofrası kurulur, en az iki saat çayla muhabbet bu sofranın etrafında sürer giderdi. Sonra girerdik mutfağa 10 kişi, akşam gelecek olan yeni 20 kişi için başlardık yemek yapmaya. Bayramlar büyük sofralar demekti bizim için, şimdi ki gibi bir çay içip kalkacağız değil.

Bir de her bayramın, her yörenin hatta her annenin kendine göre bir lezzeti vardır ya, en çok onu beklersiniz dört gözle. Annemin içli çöreği, babaanemin aşuresi, yengemin mantısı, amcamın kahvaltısı... Liste uzun saymakla bitmez. Yazsanız çıkar her evden bir kitap. Mario Levi'nin evinden çıkmış. Şabat akşamı için kaşkarikas, Roş Aşana (yeni yıl) için yapılan pastelikoslar... Okurken bile damağınızda hissedebileceğiniz adı yabancı ama aslında çok yakın tatlar. Almodrote, bulema de berencena; tatlı olarak mustaçudos, ya da çayın yanında boyikos de kaşer... Hatta ödül olarak her biri için en ince ayrıntısına kadar tarifleriyle, anılarıyla ve hissettirdikleriyle yazılan bir kitap.

Bir söyleşisinde yazar "Yemekler, yeniden inşa edilen toplumsal hafızadır. Toplumun karakterleri yemeklerden ortaya çıkar." demiş. Her ne kadar şu anda 'hızlı yaşa genç öl' felsefiyle, değil yemek yapmaya vakit bulmak, hazır yemeklerden bile kaçıp restaurantlara sığınsak da, arada bir mutfaktan güzel kokular çıkması için annemizi taklit etmeye çalışıyoruz. En azından benim için işin boyutu hala taklit aşamasında.

Tabii ki sadece yemek tarifleri değil kitap. Tarifler, tatlar, önerilerin yanında (evet yazarın aralarda yaptığı öneriler gerçekten harika); aile gelenekleri, 1980ler İstanbul'u ve Yahudilerin yavaş yavaş Tarlabaşı'ndan Şişli Osmanbey yakasına göçleri... Kısaca her anlamda bir yolculuk.

Doğan Kitap etiketiyle basılan romanın arkasında ki tanıtımında yazdığı gibi; "Siz de pandispanyayı pastanın keki sanıyorsunuz değil mi? Ya öyle değilse?"


Pazar, Ocak 19

Peri Gazozu


Boş Bir günü fırsat bilip, Erivan pazarına gidiyoruz.El yapımı bir duduk alacağım pazardan. Bir tezgahın önünde durmuş, bakınıyorum, kendimce iyisini anlamaya çalışıyorum. Tezgahın arkasındaki taburede sessizce oturan satıcı, esmer, iri kemikli bir adam. Yanımda arkadaşımla konuşmamızı dinliyor bir ara. Bir süre sigarasını içip bir şeyler düşünüyor. Sonra tutatmıyor belli ki kendini ve başını kaldırıp soruyor:
"Türk'müsünüz ?"
"Evet... Türkçe biliyor musun sen ?"
"Nerden?" diyor.
"İstanbul."
"İstanbul...İstanbul..." diyor, birkaç kez. Biraz sesini indirerek, kendiyle konuşur gibi mırıldanıyor sonra:
"Hrant..."
Sözcük, ne bir soru ne de bir cevap gibi çıkıyor ağzından. Öylesine, nefes verir gibi, ah der gibi bir şey: "Hrant."
Garip bir suçluluk duygusuyla lafı toparlamaya çalışıyorum.
"Severiz Hrant'ı... Kardeşimiz olur."

Ercan Kesal'ın bir nevi otobiyografisi Peri Gazozu. İzmir'de tıp fakültesinde ki öğrencilik yılları; Anadolu'da geçirdiği mecburi hizmet dönemleri ve İstanbul'a gelişi. Hani çocukluğunuzda bir söz işitirsiniz, bir hikaye anlatılır ya da bir olaya şahit olursunuz sonrasında da hayatınız boyu bir yerlerde karşılaşırsınız o olguyla, çok tanıdık gelir. Öyle hikayeler bütünü Peri Gazozu. 80 darbesinde, Avanos'da, Anadolu'da geçen hayattan kıssalar.

Sohbet tadında bir kitap. Zaten küçük bir araştırma yaparsanız her yerde bu cümlenin karşınıza çıktığını fark edersiniz ki yazar da önsözünde  bu isteğini belirtiyor: "Okur, hikayelerimi okumak yerine, 'seyretsin' istedim. Bu, sinemasal anlatıma da çok benzeyen bir teknik demekti. Okuyucuma bir şeyleri 'anlatmak' değil de 'göstermek' istedim hep."

Bugün 19 Ocak 2014. Hrant Dink'in ölümünün üzerinden yedi sene geçti. Her şeyde olduğu gibi burada da hala adalet aranıyor. Çok zor değil sadece peri gazozunun basit formülünü uyarlasak kendimize yeter aslında; yeryüzündeki her şeyi ve herkesi kardeşin bilmek!