Nazlı Eray'ın Turkuaz Kitap'tan çıkardığı muhteşem bir roman "Kayıp Gölgeler Kenti".
Şehirler-ülkeler arasında gidip geliyorsunuz kitabı okurken. Mekanlar değişiyor, insanlar değişiyor, hayaletlerin biri gelip biri gidiyor ama kaybolmuyorsunuz. "Bir dakika neredeydik şimdi?" şaşkınlığıyla geçmiş sayfalara dönüş yapma ihtiyacı duymuyorsunuz.
Su gibi, nefes gibi akıyor kitap. Okuyanı içine çekiyor. Sanki Prag'ın soğuk havasını içinize çekiyorsunuz bir anda, elleriniz üşüyor. Kafeye sığınıp sıcak kahveyle ısıtıyorsunuz kanı çekilmiş ellerinizi, porselen parmak uçlarınızı dayanılmayacak kadar yaktığında geri çekiyorsunuz. Sonra tekrar aynı döngü, elleri fincana yapıştır, kendini yak, geri çek... İçerisi mis gibi pişmiş tatlı kokusuyla dolu. Palaçinka geliyor ufak bir tabakta, kokusu tüm duyularınızı sarmalayıp içinizi daha da ısıtan bir atkı gibi. Sıcacık hamurun üstünden akıtılmış reçel tat algılarınızı altüst ediyor, kan şekeriniz mutlu bir çıkış yaşayarak kulağınızda huzurlu şarkılar mırıldanıyor. ...
(Tabii palaçinkayı genel olarak internette arattığımda pancake gibi birşey çıkması kurduğum hayalleri kırıp içimi az da olsa burmadı değil. Isırılınca içinden reçeli akan, sıcacık, insanın midesini sevgiyle kucaklayan bir hamur çöreği olarak hayal etmiştim kendisini, öylesi daha zevkli olurdu sanki. Tatlılara karşı yanlış hisler besleyen bir oburun satırlarını okudunuz, parantezi kapatma zamanı.)
Bu sıcak huzuru serin bir heyecanla bölen hayaletler romana o hız ve akıcılık duygusunu katıyor. Tat-koku-dokunma duyularının tatmininden aklın meraklı sorularına, bilmece peşinde koşmaya doğru yumuşak ama hızlı bir geçiş yaşanıyor.
Soğuk sokakları arşınlarken birden Seul'de kül kavanozlarının yanında, kemik kokusunu içinize çekmemek için nefesinizi yarı tutarken buluyorsunuz kendinizi. Ölülere yazılmış mektupları merak ediyorsunuz, içinize hüzün basıyor. Kendinizi mektup bekleyen ölülerin yerine koyuyorsunuz, daha beter hüzün basıyor. Mekan-zaman değişimleri, hayaletler elbette fantastik öğeler ancak okurken sanki yazılanların hepsi gerçekmiş gibi bir hisse kapılmamak elinizde değil. Herşey mantık çerçevesindeymiş gibi, oluru varmış gibi geliyor.
Mekanların-insanların değişme hızı okuyucuda fragman izliyormuş hissi yaratıyor. Kareler gözümüzün önünde hızlı hızlı değişiyor, arka fon müziğinin ritmi artıyor, ses yükseliyor, müzikle birlikte kalp ritmi de hızlanıyor, inanılmaz bir his yoğunluğu... Yazarın muhteşem bir yönetme gücü var. İlk sayfayı açtığınız andan itibaren onun ellerindesiniz. Nereye giderse siz de peşinden oraya. Satırlar akıyor. Kitap elden bırakılmıyor. Dünyanızdan soyutlanıp yazarın dünyasına giriyor ve orada kalıyorsunuz. Kitap bittiğinde "Neredeyim, bitti mi? Bitmemeliydi!" duygusu hakim oluyor, bütün o harika kitaplar bittiğinde yaşananlarla eşdeğer.
Sahaflarda eski kitaplar arasında dolaşırken Nazlı Eray'ın Stalin'le ilgili bir kitap bulmasıyla başlıyor herşey. Tarihi kendi gezi tecrübeleriyle, düşünceleriyle birleştiriyor ve ortaya muazzam bir eser çıkıyor. Öyle bir duygu yoğunluğu hakim ki kötü karakterler için bile içinizde acıma duygusu uyanıyor.
Hayranlık-saygı-kıskançlık duyguları hakim olarak okunabilir bu kitap.
Böylesine esir eden bir yazma yeteneği insanda gidip çıraklık etme
isteği uyandırıyor.
Yazmak, hayatın akışını unutturabilecek denli yazabilmek muhteşem bir yetenek olduğu kadar büyük bir güç de. İnsanlarda çeşitli duyguları uyandırabilmek ve onları belirli rüyalara yatırabilmek...
Nazlı Eray'ın diğer kitaplarını çok merak ettim ve en kısa zamanda diğerlerinin de peşine düşeceğim.
Kitabın arka kapağından:
" Nazlı
Eray'ın büyülü, renkli ve sürprizlerle dolu dünyasının kapısı bu kez
Prag'da aralanıyor. Geçmişin gölgeleriyle dolu bir kent: Prag. Kentin
loş sokaklarında dolaşan yabancı bir kadın ve karşısına çıkan geçmişin
gölgeleri. Tahta kaplamalı duvarları, sessiz aynaları ve kristal
avizeleriyle sonsuzla bugün arasındaki tuhaf bir irtibat bürosu: Cafe
Europa. Rusya'nın unutulmaz lideri Josef Stalin'in gizemli ve tehlikeli
hayatının açılan sayfaları: gençliği, ilk karısı Kato, 13 yaşındaki
sevgilisi Lidia, Batum hapishanesindeki arkadaşları; yeraltı yaşamından
Kremlin'e geçişi, ikinci karısı Nadya'nın esrarengiz intiharı. Çok
sevdiği Kirov'un öldürülüşü.
Seul'e uzanan bir yolculuk. Buğulu
tapınaklar, tuhaf rahipler, içinde ölülerin küllerinin saklandığı sıra
sıra kavanozlar ve ölülere yazılan mektuplar. Ve tekrar Moskova.
İşkenceler hapishanesi Lubianka. İdam listeleri ve Stalin'in ölüm
makinesi yakışıklı Yezhov. Stalin'in ilk aşkı ve son gecesi. Bir
fırtınanın hayatı."
Yazıya kitabı bana uzun süreli ödünç verme inceliğini gösteren bitter'e en içten teşekkürlerimi sunarak son veriyorum. :) Bir dahaki Tüyap Kitap Fuarı'nda daha yakın mercek altına alacağım kendisini, nokta atışı yapma yeteneğini kitap seçiminde de sonuna kadar konuşturuyor. :)
1 yorum:
Hiç gerek yoktu teşekküre ne kadar ve ne istersen :) Bu seneki fuarda da talan ederiz ortalığı merak etme :)
Yorum Gönder