Cumartesi, Temmuz 28

Aynı Anda, Farklı Zamanda...

    Yaşamın dürtüleri kişiliğimizin sağlamlığını sınamaya yararlar. Onlara boyun eğmek size, geçici ve tedirgin edici bir tatmin verebilir. Ama en kötü dürtüler, karşılığında zayıflığımızın buruk keşfinden başka hiçbir şey almadan boyun eğdiğimiz dürtülerdir. 

     Kanon müzikte bir çeşit çok seslilik ile yapılmış parçalara denirmiş. Yani önden biri çalmaya başlıyor, belli bir yere geldiğinde ise ikinci kişi baştan tekrar çalmaya başlıyor. Bir müziğin hem başını hemde mesela 5. dakikasındaki yerini aynı anda duyuyorsunuz. Ayni anda farklı zamanda..

     Dost Yayınlarından çıkan Paolo Maurensig'in kitabı Tersine Kanon' da da aynı bu çok seslilik var. Hem müzikte hem de karakterlerinde. Bir karakteri okurken birden başka birisi çıkageliyor ne olduğunu anlamadan. Her şeyiyle aynı biri. Bir an şaşırıp kalıyorsunuz acaba elimde ki kitap baskısında mı bir şey var ya da ben burayı okumuştum da kaçırdım diye. Ama sonradan fark ediyorsunuz. Aynı ama biraz farklı. Tabi insanın aklına o soru geliyor hemen. Aynıysa nesi farklı ya da o zaman nasıl aynı ? İşte bu sorularla bütün bir kitabı kardeş gibi olan iki arkadaş üstünden okuyorsunuz. Bir de kardeşlerden birinin büyük aşkı Sophie.

     Jenö Varga çok yetenekli bir keman virtüözüdür (bu arada virtüoz yetenekli anlamında bir iltifatmış yani ünvan değil). Kitap II. Dünya Savaşının arifesinde geçer ve bu muhteşem Bach yorumcusu olan Varga ile karşılaşan yazarın öyküsüdür. Bir yanda Varga'yı okurken bir yandan da en yakın arkadaşı Kuno'yu okuyoruz. Aslında okumaktan çok kemanlarıyla yaptıkları düeti dinliyoruz diyebiliriz. Tersine Kanon'u her bir sayfada duyabilirsiniz. Bir de onlara piyanosuyla eşlik eden Varga'nın büyük aşkı Sophie'yi.

    İtalyan yazar Paolo Maurensig'in romanı 1996'da yayınlanmış ve en bilineni. 2000 yılında filme uyarlanmış. Film Prag'da çekilmiş ve müziğini yine İtalyan olan Ennio Morricone yapmış (Concerto Romantico Interroto).

Müzik ruhun gıdasıdır denir. Bence kitap da öyledir. İkisi birleşince de ortaya okuması ya da izlemesi aslında duyması muhteşem olan bir yapıt ortaya çıkmış. Kitabın başındaki güzel öykü de cabası.

Yaylı sazların kökenine ilişkin bir öykü der ki, Shiva'nın karısı tanrıça Parvati, insanın yeryüzünde yaşayacağı tehlikeli macera karşısında merhamete gelerek, ona, onu kötü cinlerden koruyacak ve arzu ettiği zaman yeryüzünde de tanrılar diyarını bulmasına yardımcı olacak bir şey armağan etmeye karar verir. Ama karısının bu ilgisini kıskanan Shiva, tek bir darbeyle onun armağanını paramparça eder. Parçalar denizlerin, ormanların üzerine düşerek kabuklu hayvanlara, kaplumbağagillere yaşam verir, ağaçların tahtalarına işler, kadın sağrısına kadar iner. İnsana sadece yayı ulaşır tek parça halinde ama bu da nesiller boyunca silah olarak kullanılır. İlk titreşen teldir o. İnsanın bir kaplumbağa kabuğu yardımıyla ilk lavtasını yapması için bir çok tanrısal çağ geçmesi gerekmektedir ve bu lavtayı da hala parmaklarıyla çalmaktadır. Ama onun, yayın telleri nasıl titreştirebildiğini dolayısıyla evreni ayakta ve düzen içinde tutan, dans eden tanrı Shiva'nın kendi çevresinde dönerken giysilerinin çıkardığı o sürekli sesi yani dünyayı yaratan o esini keşfetmesi, bu sonuncu ve korkutucu çağda olur.



Hiç yorum yok: