Cumartesi, Haziran 23

Baldassare'nin Yolculuğu...

"Her şeyi yok edecek ateş, yaklaşıyor gitgide ve ben, bu ahşap odada, bu ahşap masaya oturmuşum, son düşüncelerimi emanet ediyorum, kolayca alev alacak bir kağıt tomarına! Delilik! Delilik! Ama bu delilik, ölümlü olma durumumun bir özeti değil mi zaten? Mezarım kazılmış beni beklerken ölümsüzlük hayalleri kuruyorum ve ruhumu, onu benden koparıp alacak olana açıyorum sofuca. Doğumumda , bir kaç yıl vardı ölümle aramda; bugün belki bir kaç saat; ama sonsuzluk karşısında nedir ki bir yıl? Bir saat? Bir saniye? Bu ölçülerin yalnızca çarpan bir yürek için anlamı var..


Baldassare'nin yolculuğu doğduğu topraklar olan Lübnan Cübeyl'den başlar "Canavar'ın Yılı'nda". İncil'e göre  1666 yılıdır ve kimilerine göre bu her şeyin sonudur. Zamanın sonu. Tek kurtuluş yolu ise Yüzüncü Ad adlı kitapta yazan Tanrı'nın gizli adı. Allah'ın Kuran'da sıradan insanlara bildirilmemiş doksan dokuz adının yüzüncüsü. Yüce adı.

Yolculuk başlar. Konya, İstanbul, İzmir, Sakız, Cenova, Amsterdam, Londra.. Veba, Sabetay Sevi'nin başkaldırışı, büyük Londra yangını derken Baldassare Embriaco bütün hayatının macerasını bir senede yaşar. Tabi bunlara ek bir de aşk.

Yolculuğa başlarken bir defter tutmaya karar verir Baldassare. İçine yaşadıklarını, umutlarını, pişmanlıklarını anlatır. Defteriyle bir nevi kendini görmeye çalışır aslında. Tabi ben bir defter diyorum ama kitap aslında dört defterden oluşuyor. Yüzüncü Ad, Sabetay'ın Sesi, Yıldızsız Bir Gök, Cenova'nın Ayartması. Bazıları kaçışlarda kaybolurken bazıları belli bir dönemi kapatıyor.

İki yeğeni bir çalışanı ve sürpriz bir şekilde onlara katılan dul bir kadın bu ufak yolcu grubu. Grupta baktığınız zaman aslında her telden insan var. Körü körüne inançlı olan, sorumsuz ve yaptıklarının sonucunu düşünmeyen bir serseri, sahibine ölümüne sadık bir hizmetkar, özgürlüğü için her şeyi göze alan bir dul. Bir de sonradan gruba katılan samimi bir dost. Baldassare için hepsine liderlik yapmak, hele aşkını yaşamak isterken, çok da kolay olmuyor.

Okurken bu yolculuk kitabı sizi çok da fazla büyülemiyor. Ayaklarınızı yerden kesip bir geminin üstünde okyanusları aşmak pek hissedebileceğiniz durum değil. Ya da İzmir'de milyonları peşinden sürükleyen Sabetay Sevi'nin konuşmaları çok da fazla coşku vermiyor. İçerisinde "çok fazla" macera barındırmasına rağmen hikaye bir bütün olarak ağırlığını koyuyor ve dingin, sakin bir masal etkisi yaratıyor insanda.

Şöyle bol köpüklü Türk kahvenizi alıp, balkonda akşam güneşinin serinliğinde ayaklarınızı uzatıp okuyabileceğiniz bir parça aşk, bir parça macera, bir tutam entrika ve bir tutam tarihle harmanlanmış bir roman.

Ayrıca Amin Maalouf ile ilgili bir ayrıntı. Yazar 2002 de bir opera için ilk librettosunu, Uzaktan Aşk (L'Amour de loin), yazmış ve Kaija Saariaho bestelemiş. Daha sonra ise Adriana Mater adlı ikinci librettosu yine bestelenmiş. Operadan hiç anlamayan bir kişi olarak aslında adriana mater hoşuma gitmedi değil. Belki sizin de hoşunuza gider.


Hiç yorum yok: