Perşembe, Şubat 2

Yaşayan Bir Köprü - Drina Köprüsü

Ivo Andriç'e 1961 yılında Nobel Edebiyat ödülünü getiren kitabı Drina Köprüsü romandan çok tarih kitabı olarak değerlendirilebilir. Ödül özel olarak bu kitaba verilmiş gibi kabul edilmiş ki yazarın da en ünlü kitabı sayılıyor.

Drina köprüsü Bosna-Hersek' in Vişegrad kentinde (o zamanlar kasaba tabi) Sokullu Mehmet Paşa tarafından 1571 yılında yapılmış. Sokullu Mehmet Paşa'nın doğduğu topraklara bir vefa borcu olarak görülüyor. Kitap ise köprü yapımından çok öncesinde Vişegrad kasabasında ki Sokoloviçi (slav dilinde şahin oğulları demek) köyünden hristiyan çocuklarının devşirme sistemiyle toplatılıp saraya getirilmesiyle başlıyor. Bu çocukların arasında tabi sırp asıllı Sokullu Mehmet Paşa da var.



Romanda köprünün yapılışı ve bu sırada halkın tepkileri ayrıntılı bir şekilde anlatılmış. Bu süre zarfında ayrıca halkın yaşam biçimi hakkında da bilgi sahibi oluyoruz. Özellikle Sırpların Müslümanların Osmanlı Devleti zamanında birlikte sürdürdükleri hayatlarına yazarın objektif anlatımı sayesinde tanıklık edebiliyoruz. Daha sonrasında 20. yüzyıla kadar (2. Dünya savaşına kadar) bölgede ki siyasi olaylardan tutun da kasabanın yaşadığı değişimleri ki bu insanlarıyla olsun mimarisiyle olsun en ufak detayına kadar bir çok olayı yazar köprünün gözüyle okuyucuya aktarıyor. Roman boyunca adeta yaşayan ve tarihe tanıklık eden bir arka ses edasında Drina Köprüsü.

Defalarca çıkan Sırp isyanları, Avusturya işgali, kasabaya kurulan ilk otele kadar bir çok tarihi olayı anlatmış yazar. İletişim yayınlarından çıkan bu kitap arka kapağında da yazıldığı gibi adeta eski Bosna'nın, orada yaşayan herkesin paydaş olduğu hayatına dair, bu hayatın milliyetçilikler çağında nasıl değiştiğine dair bir roman.



Hasan ali Ediz ve Nuriye Müstakimoğlu çevirisiyle basılan bu kitabın önsözünde de Ivo Andriç ve diğer eserleri olan Travnik Günlüğü (aynı zamanda yazarın doğum yeri) ve Matmazel hakkında geniş bir bilgi aktarılmış.

Anlatımı ile tam bir tarih kitabı edasını andırıyor kitap ancak olaylar kronolojik sırayla değilde karışık bir şekilde verilmiş ve tarihler pek belirtilmediği için de sanki küçük bir kasabanın efsanevi yaşamını okuyomuş hissine bürünüyorsunuz. Ama ne kadar efsane okuyormuş gibi hissetseniz de güncelliğini belkide hiç kaybetmeyecek bir roman. Örneğin 1990 larda çıkan iç savaşlardan sonra Yugoslavya'da yeniden sahiplenilmiş ve Sırpların, Hırvatların, Müslümanların birarada olmazlığının belgesi gibi okutulmuş.




Hiç yorum yok: